Türkiye'nin Kurtuluşu: Yepyeni Bir Mustafa Kemal Davranışı
❝Bir gece sabaha karşı Dehşetini birden kaybedecek gelmeyişin Islığımın tadında bir değişme İç tartışmalarımda büsbütün başka bir tutum Büsbütün başka kıvılcımlar Ve en padişah korkulara direnebilen Yepyeni bir Mustafa Kemal davranışı❞ —Attila İlhan
Türkiye’nin yeni rejiminin yeni elitlerine göre “milli irade” sadece kendi seçmenlerinin iradesinden ibarettir ve onları milli ve dini hamasetle ikna edebilmek “milli iradenin tecellisi” için yeterlidir. Elitler, çokça kez dillendirilen Türkiye’nin yayılmacı isteklerini iç politikada sağlama almayı istemektedir ve sözde bir barışın İslami ve Osmanlıcı söylemlerle pazarlanması tam da bunun içindir. Gerçek bir barış veya demokratik bir seçenek söz konusu değildir. Çünkü ne taraflar demokrattır ne de atılan adımlar demokrasiyle bağdaşabilir (elit-etnik demokrasi). Demokrasi ne pazarlık malzemesidir ne de sermayenin kontrolünde anlam kazanabilir…
AKP, ümmetçi-piyasacı yapıyı genişletme çabasında iken aslında sonunun yaklaştığını da bizlere göstermektedir. İktidar bir intihar girişimindedir. Zira nihai hedefine yaklaşmış, otoriterliğini pekiştirmiş ve anti-demokratik adımların uç noktasına tırmanmıştır. Yaklaşan bir savaşın ağır faturasını halka kesmeyi istemektedirler fakat zemin kaygandır…
Türkiye’mizin üzerinde hâkimiyetini günden güne güçlendirmiş olan emperyalizmin finans-kapitali, iktidarın çürümüş ekonomi politikasıyla ittifakını sağlam vaziyette götürse de kitleler nezdinde çok şey değişmektedir. Takiye yolları genişledikçe ulusal hafıza güçlenmektedir. Halk, kitleleri statik durumundan kurtarmakta ve bir şeylerin değişebileceğini gösterebilmektedir. AKP’nin, karşı-devrimini tahkim etmek üzere gerçekleştirdiği “19 Mart karşı-evrimi”, iktidarın artık sandık demokrasisinden dâhi nasıl korktuğunu gözler önüne sermiştir. Eylemler sönümlenmiş olsa dahi ilerici bilinç gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve örgütlenmektedir. Devrimin itki kuvveti öğrenci eylemleri bir halk hareketinin fitilini ateşlemiştir.
Ülkemiz emek-sermaye çelişkisinin oldukça keskinleştiği, birim emeğin gün geçtikçe ucuzlaştığı; ulus-devletin yerine çok-uluslu imparatorluk hayallerinin benimsendiği, laikliğin ve hürriyetin hapsedildiği yani 1923 değerlerinin topyekûn tasfiye edilmek istendiği bir ülke haline getirilmiştir. Buna karşılık, gençliğin tepkisi görünüşte farklı sebeplerden olsa da temelde emek-sermaye çelişkisinin keskinleşmesinden doğmaktadır. Zira bu durum emeğin değersizleşmesine, vergi ve gelir adaletsizliklerine, fahiş fiyatlar sonucu öğrencilerinin en temel ihtiyacı olan beslenme ve barınmayı bile karşılayamaz hale gelmesine sebep olmuştur. Öğrencilerin proleterleşmesi -ki buna aracı sınıflar da dahildir- daha büyük umutsuzlukları getirmektedir: Okulu bitirse de emeğinin insanca bir yaşam süremeyecek kadar ucuza satılacak olması… Öğrencilerin gelecekten beklentileri yok edilmiş, onlara gelecek olarak sadece sermayeye kölelik imkânı bırakılmıştır.
AKP’nin “Yeni Osmanlı” veya “Türk emperyalizmi görünümlü taşeron NATO emperyalizmi’’ hayali, gençlikte ulusçu bir tepkinin oluşmasına neden olmuştur. Bu ulusçu tepki, temiz anlamıyla bir milliyetçiliği canlandırmalıdır. 1908, 1919, 1960 ve 1968 gibi bilhassa Jön Türk gelenekli hareketler bu tepkiye yön vermeli ve bu tepkinin sınıfsal karakterini net bir şekilde ortaya koyabilmelidir. Salt milliyetçi bir huzursuzluğun faşizme meylini engelleyecek olan şey, öğrencilerin işçi sınıfıyla dayanışma ve eylem birliğinde yatmaktadır. Proleterleşen öğrenciler sömürü düzenine karşı sınıflarının safında, emekten yana bir politik bilinçle tavır almalıdırlar.
Unutulmamalıdır ki kapitalizmin küreselleşmesine karşı Türk gençliği her zaman bağımsızlıkçı bir yol çizmiştir. Görünürde ne kadar taraf olsalar da özünde “Üçüncü Dünya’ya” mensup Türkiye gibi ülkelerde ulusal kurtuluş için en geniş sosyal ve sınıfsal çeper baz alınmalıdır. Bu bağlamda Türk ulusal kurtuluşu içerisinde işçileri, öğrencileri ve aracı sınıfları barındırmalıdır. Bu bir hayal değil aksine sert bir gerçekliktir. Dünyada hiçbir zaman bir üçüncü dünya ülkesine yaşanan etnik temelli siyasal ayrılık emekçi sınıfların çıkarına olmamıştır ve işçi kitlelerinin egemenliğini emperyalistlerin kucağına bırakmıştır. Orta Doğu’da küresel emperyalizmin en çok desteklediği siyasal hareketin Kürt siyasal hareketi olmasının temel sebebi budur. Zira emperyalizmin bu etnik temelli parçalama girişimini dünyanın çoğu yerinden okuyabiliriz. Anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketinin cephesini daraltmaya çalışan herkes kesinkes emekçi halkın düşmanlarıdır ve gericidir. Ulusal kurtuluş olmadan sosyalizm mümkün değildir. Sosyalizm olmadan ise tam anlamıyla bir bağımsızlık mümkün değildir. Bu sebeple tekrar söylemek gerekir ki emperyalizme karşı verilen en sınıfsal tepki bugün için yine ulusal kurtuluş mücadelesidir.
Nedir Bu Davranış?
Mustafa Kemal davranışı nedir? Kısaca gericiliğe ve istibdada karşı mücadelenin tavrıdır. Kemalizm ve öncesinde İttihatçılık, Türkiye’deki sorunu bir burjuva devrimi ile çözmeyi amaçlamaktaydı. Endüstrileşmiş çağdaş toplumu yaratmak şart geliyordu. Ancak sermayenin oluşup zaman içerisinde güçlenmesi, her sermaye gibi ilk fırsatta “milli” sıfatını bırakıp “küresel” sıfatını takınmak istemesi ve Kemalizm’in, özellikle de halkçı politikalarının terk edilmesi ile pek tabii burjuva düzeni bir sermaye diktatörlüğüne döndü.
Türkiye’nin özellikle kültürel açıdan burjuva toplumu olma yetisinden bile geriye düşmesi, tefeciliğin ve feodal kalıntıların tekrardan yaygınlaşması bugün için aşamalı bir devrimi şart kılmaktadır. Bu tortuları yıkacak olan yepyeni bir Mustafa Kemal davranışı ise esasında bir nevi sosyalist üretim biçimini amaçlamalıdır. Onu yepyeni kılan ise dönemimizin “çağ-dışı” tanımının genişlemesi ve sermaye sınıfını da kapsaması ile olmaktadır. Burjuvazinin, destekçilerinin ve kapitalist sistemin “çağdaş” yahut “ilerici” kalabilecek unsurları temizlenmiştir. Zaten burjuvazinin ilerici rolü kısa sürelidir, kendi çıkarlarını ön plana taşıyan burjuvazi, ilerici niteliğini devrimden çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiştir. Yepyeni Mustafa Kemal davranışı, 1923’e sırtını dayamak ve bugünün çağdışı unsurlarına da karşı olmaktır. Türkiye, kapitalistleşme yarışında evvela geri kalmış, ardından ise bu süreci çok yıkıcı bir şekilde gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin kapitalistleşme sürecinin sonuçları ağır olmuştur. Bu kimilerinin iddialarına göre yanlış bir kapitalistleşme sebebiyle değil, Türkiye gibi çevre ülkelerde gecikmiş kapitalistleşme sürecinin doğal sonucu olarak yaşanmıştır. Yaşanan kapitalistleşme sürecinin sonucunu göz önüne aldığımızda; bugün yeni bir “milli burjuva” hamlesinden ziyade ekonomik Sevr’e karşı ekonomik milliyetçilik (devletleştirme/millileştirme) şarttır. Koşulların getirdiği bu farklılıklar Kemalizm’i terk etmek değildir. Elbette Kemalizm Türkiye’de kapitalistleşmeyi ve milli burjuvaziyi yaratmayı amaçlamıştır lakin bugün için halen bu amacı gütmek anlamsızdır. Kemalizm bu amacı kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmediği, feodal düzenin devam ettiği ve yerli üretimi hiç denecek düzeyde olan bir ülkede kalkınmayı ve ekonomik bağımsızlığı sağlayabilmek için gütmüştür. Üstelik bunu yaparken halkçı ve sosyal politikalarla ve kooperatifçilik gibi uygulamalarla toplumsal refahı artırmayı ve sosyal adaleti geliştirmeyi de amaç bilmiştir.
Oysa bugün artık Türkiye’de kapitalist düzen yerleşmiş ve bir sermaye sınıfı oluşmuştur, üstelik Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığına ilişkin en büyük tehlike de “milli” sıfatını coşkuyla üzerinden atmış olan bu sermayedir. Sermaye yarı-bağımsızlaşmış, küreleşmiş, devlet aygıtı da bununla koordine çalışır hale gelmiştir. Hegemonya araçlarını genişletmiş, her alanda varlığını pekiştirmiştir. Dolayısıyla bu iki güç günün sonunda birbirine bağımlı şekilde çalışmaktadır ve emekçi kitlelerin üzerinde bir yük olmaktadır. Bir kafenin önünde çevik kuvvetin dizilmesi, siyasetin şirketleşmesi, özel sektörün hakim partiye yaranması bunlara örnektir. Türkiye’yi milli yoldan kalkındırmak, ekonomik bağımsızlığını sağlamak ve halkçı politikaları sürdürmek isteyen Kemalizm’in, bugün gerici güçler koalisyonunun bir parçası olan sermayeye karşı konum alması gerekir.
Kemalizm durağan bir ideoloji değildir. 1923’ün yahut 1968’in ilhamıyla hareket etmek de 1923’te yahut 1968’de gibi davranmak değildir. Günün sonunda farkında olmamız gereken şey Kemalizm tartışmaları bizlere zararın aksine fayda getirmektedir. Düşman odağını sabitlemek koşuluyla Kemalistlerin klikler oluşturup tartışabilmesi oldukça değerlidir. **** Günümüzde tekrardan gittikçe yükselen bir akım olarak karşımıza çıkan sol-Kemalizm, ilerici hareketimizin ana teması olmalıdır. 12 Mart 1971 ile adımları atılan neo-liberalleşme ve 1980 Darbesi sonrası devletin resmî ideolojisi oldurulmaya çalışılan Türk-İslam sentezi, Kemalizm’i muhafazakârlaştırmaya çalışarak, anti-komünizm ile uyumlu çalışan bir hale getirmeyi amaçlamıştır. Diğer yandan da sermaye tarafından, Kemalizm’e karşı onun ilericiliğini törpüleyerek Avrupa-merkezli yapılarla uyumlu çalışacak bir “sosyal demokrat Kemalizm” yaratılmıştır. Bu proje başarılı olduğu kadar başarısız da olmuştur. Günümüz gençliğinin başkaldırısında ve gençlerin Kemalizm’i tekrar keşfedişinde bu gerici hegemonyanın başarısızlığı görülmektedir. Bugün sol-Kemalizm’in yükselişini çeşitli hegemonya araçlarında ve çabalarında aramak mümkündür. Gerek medyada gerekse sokakta bu araçları aktif olarak kullanan gruplar, halkın tam da kendisidir ve Kemalizm’i bir “devlet” aracından ziyade “halk” aracı haline getirmektedir. Mustafa Kemal’in devrimci ve bağımsızlıkçı yönlerini öne çıkarmakta, ulusal ve uluslararası devrimcileri sahiplenmektedirler. Bu yeniden keşif ile Kemalizm’in tekrar kitleselleşmesini yaratan koşullar, kapitalist sistemin en yüksek aşamasında yayılmacı hedefleri barındıran AKP’nin karşısında duran ve eleştirmekten korkmayan gençliğin ta kendisidir. Anti-demokratik koşulların yoğunlaşmasına rağmen gençler ve çoğu ilerici gençlik hareketi mücadelesini sürdürmektedir ki bu da günümüz hareketini oldukça değerli kılmaktadır. Ancak devrimci pratiğin devrimci teorisiz olmayacağının da bilinmesi şarttır. Nitekim devrimci teoriği geliştirmeye çalışan zinde kuvvetler mevcuttur.